Bu makalede sağlık hizmet anlayışındaki değişmelerin toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel yapının yanı sıra bilimsel gelişmelerle de yakından ilişkisi bulunduğu varsayımından hareket edilmiştir. “Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü” olarak da adlandırılan süreci anlayabilmek için mevcut çalışmalar Weed’in (2005) “sistematik tarama” (systematic review) ve Elias’ın (1977; 2000) “yöntembilimsel ilişkiselcilik” (methodological relationalism) olarak belirlediği tarzda değerlendirilmiştir. Araştırma bulguları Türkiye’de 1980 sonrasında egemen olan rejimin “esnek sermaye birikimi” ve buna bağlı olarak sanayisizleşme ve özelleştirme olduğunu göstermiştir. Türkiye’de Neo-liberal politikalarla Güneydoğu Avrupa Modeli uygulanırken temel ilke özellikle sağlık alanında hizmet sunumu ile bunun finansmanının birbirinden ayrılmasıdır. İkinci temel özellik ize merkez-dışı (adem-i merkeziyetçi) yönetime geçilmesidir. Kuşkusuz tüm değişmeler, bazı ilkelere bağlanmışsa da hizmetin finansmandan ayrılması hizmet kalitesini olumsuz etkilemiştir. Çünkü harcamalarda kısıntı yapılması ve işletme mantığı ile maliyetin düşürülmesi beklenmektedir. Ancak hastanelerin bazı gerekliler yerine daha fazla karlı olan işlemlerde yoğunlaşmaları söz konusudur. Ayrıca teşhis ve tedavi sürecindeki denetleyici kısıtlamalar da hekimlik mesleğinin icrası kadar kalitesini de olumsuz etkileyebilmektedir. Hekimlerin gerekli gördüğü tetkikler fiyatlandırma yönetmeliği uyarınca kısıtlandığında ortaya çıkan sonuç hekimin mesleki özerkliğinin kısıtlanmasından başka bir şey değildir.
In this paper it is assumed that there is a close relationship between the health policy changes and socioeconomic structural changes of the Turkish society. Certainly scientific developments and globalization process are also important on social transformations of any society. Therefore, at the beginning of this paper in order to understand the process that is called “Transformation of Health Work Process”, historical background of health system in Turkey is reviewed based on relevant literature. “Systematic review” method (Weed,2007) and process based sociology namely “methodological relationalism” (Elias,1977) are used to achieve study purposes. Findings revealed that we live in a period that is called “flexible” period in terms of capital accumulation. This period starting from 1990’s is characterized by non-industrialization and privatization. In Turkey Southern European Model is applied based on Neo- liberal Policies which mainly separates finance from health services. Second characteristic future is application of decentralization of administrative system. Majority of hospitals are transformed from social to economic organizations who run after profits by applying high numbers of operations to get money from insurances. Although there are some regulations to be followed, separation of services from finance also reduced the quality of health care. Besides some malpractices are observed regarding expensive unnecessary operations. Furthermore, some supervisory limitations on diagnostic and treatment processes can be interpreted lack of professional freedom of physicians.
Traditional health practice (THP) represents one of the lesser-researched and lesser-understood fields, although one that has been practised for centuries. Conducting research in this field requires the research community to devise innovative ways of studying and learning from it. A qualitative research methodology was employed to gain access in the THP field. The study was conducted at three sites in Gauteng and two sites in KwaZulu-Natal in South Africa. In-depth individual interviews were facilitated in local languages by traditional health practitioners who were trained as interviewers. As a result, authentic data were gathered and analysed. The results of the study indicate that emic knowledge, understanding and interpretations can be elicited with appropriate research methodology, especially when the custodians of traditional and cultural practices are included as part of the research team.
Yüzyıllardır uygulanmasına rağmen, geleneksel tıp uygulamaları (GTU) az araştırılan ve az anlaşılan alanlardan biridir. Bu alanda araştırma yapmak, araştırmacıların bu alanı çalışması ve öğrenmesi için yenilikçi yöntemler geliştirmesini gerektirir. GTU’na ulaşmak için nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bu araştırma Güney Afrika’da, Gauteng’deki üç ve KwaZulu-Natal’daki iki yerleşim yerinde yürütülmüştür. Görüşmeci olarak eğitilen geleneksel tıp uygulamacıları, yerel dillerde bireysel görüşmeleri yürütmüştür. Sonuç olarak özgün ve güvenilir veriler toplanmış ve analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçları emik bilgi, anlayış ve yorumlamaların uygun bir araştırma yöntemiyle, özellikle geleneksel ve kültürel uygulamaların vasileri araştırma grubunun bir parçası olduklarında, açığa çıkarılabileceğini gösterir.
This article aims to give a different perspective to the most crucial theoretical elements for feminist movements in Turkey. The history of feminist movements is divided into three periods: the late Ottoman, which began in the 1920s as a state project; the long silence period, which started in the first period of 1930s and spread throughout society until 1980 military coup; and the second wave period starting in the 1980s which was a very complex period where women had a chance to increase the impact of their actions and voices. Although women gained chances to vote, education and property rights during 1930s, they began the movement to call attention to their rights and freedoms. While there is already an impressive collection of research regarding the status of women in Turkey, this article aims to give an overview of feminist movements dealing with reproduction focused on a combination of judicial, social, and political concepts.
Bu çalışma, Türkiye'de feminist hareketlerin en önemli teorik değerlerine farklı bir bakış açısı ile yaklaşmaktadır. Feminist hareketlerin tarihi üç döneme ayrılır: devlet projesi olarak 1920'lerde başlayan son Osmanlı dönemi, 1930'ların ilk döneminde hız kazanan, 1980 askeri darbesine kadar uzanan ve toplum genelinde yayılan uzun sessizlik dönemi ile kadınların ses ve eylem şanslarını arttırmak için 1980'lerde başlayan siyasi karmaşa sürecinin yaşandığı ikinci dalga feminizm hareketleri. 1930’larda kadınlar her ne kadar oy kullanma, eğitim ve mülkiyet haklarına kazanım sağlasalar dahi hak ve özgürlük kısıtlarına dikkat çekmek için bu harekete başlamışlardır. Cinsiyet normları farklı kadın grupları için farklıdır; geleneksel ve modern değerler düzeni korumak adına içiçe geçerken, feminist hareketler böyle karmaşık bir ortamda birden çok soruna değinemez. Türkiye'de kadınların durumuna ilişkin oldukça çarpıcı araştırmalar olduğu halde, bu çalışma yeniden üretim ve evrensellik açısından hukuki, sosyal ve siyasi kavramların birleşimine odaklanarak feminist hareketler için en önemli kuramsal unsurları değerlendirmeyi amaçlamaktadır.