The concept of social capital implies to the benefit of social relations for individuals and community. The complicated structure of social capital led the theoreticians to see it from varying aspects and forms, and the researchers to measure it in many different ways. Examining the existing studies in the literature, it is understood that while measuring social capital, a definition of the aspects and the level of analysis appropriate to the social capital theory that is employed is necessary. In this context, the researcher has to decide the level of the research and the theory that lays behind the necessary assumptions for the study. It is essential to consider both structural and cognitive aspects of social capital for its measurement. Regarding the data sources that are utilized in the existing empirical studies, time-use surveys provide a broad scale information that enable to investigate the structural aspect of social capital-which might be observed via objective methods, but it is limited for the cognitive aspect- which might be better observed via subjective methods. Hence, concertedly utilised quantitative and qualitative methods would provide the broadest and convenient data and information about social capital.
Sosyal sermaye kavramı sosyal ilişkilerin bireyler ve toplum açısından faydasına işaret etmektedir. Sosyal sermayenin karmaşık yapısı teorisyenlerin bu kavramı farklı yönlerden ve farklı şekillerde görmelerine ve araştırmacıların sosyal sermayeyi farklı yollardan ölçmelerine neden olmaktadır. Yazında mevcut çalışmalar incelendiğinde, sosyal sermayenin analiz düzeyinin ve boyutlarının benimsenen sosyal sermaye teorisine uygun olacak bir şekilde tanımlanmasının gerektiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, araştırmacının çalışmanın düzeyine ve çalışmada kullandığı varsayımların arkasında yatan teoriye karar vermesi gerekmektedir. Sosyal sermayenin ölçümünde hem yapısal hem de bilişsel boyutlarının dikkate alınması önemlidir. Mevcut ampirik çalışmalarda kullanılan veri kaynakları göz önünde bulundurulduğunda, zaman kullanımı araştırmalarının, sosyal sermayenin yapısal boyutunu inceleme açısından çok geniş kapsamlı veri sunduğu görülmektedir. Ancak bu anketlerin sağladığı veri, sosyal sermayenin öznel yöntemlerle daha iyi gözlenebilen bilişsel boyutu açısından kısıtlıdır. Dolayısıyla uyumlu bir şekilde kullanılan niceliksel ve niteliksel yöntemler sosyal sermayeye ilişkin en geniş ve uygun veriyi ve bilgiyi sağlayacağı düşünülmektedir.
Türkiye toplumunun Suriyeli sığınmacılara karşı tutumlarını etkileyen faktörler nelerdir? Elinizdeki çalışma Türkiye’de çok sık sorulan ancak akademik yazında çok az araştırılan bu soruya odaklanmaktadır. KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından gerçekleştirilen ve ulusal çapta temsil kabiliyeti olan Suriyelilere karşı yaklaşımlar araştırmasının verilerini çevresel faktörlerle birleştirerek kullanan çalışma, Türkiye bağlamında gruplar arası temas ve grup tehdidi kuramlarını ilk kez doğrudan test etmektedir. Çalışmanın bulgularına göre, Suriye sınırına yakın olan illerde Suriyelilere karşı olumsuz yaklaşımlar ülke ortalamasının üzerindedir. Ayrıca, temas kuramının varsayımlarına uygun olarak günlük hayatında Suriyelilerle daha sık karşılaşan katılımcılarda olumsuz yaklaşımlar azalma eğilimi göstermektedir. Ancak bu azalma Suriyeli nüfusun il nüfusunun küçük bir kısmını temsil ettiği durumlarda geçerlidir. İl düzeyindeki Suriyeli nüfusun toplam nüfusun %10’unun üzerinde olduğu durumlarda daha sık temas tam tersi etki yaparak, olumsuz yaklaşımları artırmaktadır. Grup tehdidi kuramının açıklayıcılığı ise sınırlıdır. Kuram, sadece hem Suriyeli nüfusun yüksek olduğu hem de işsizlik oranının yüksek olduğu Hatay ve Şanlıurfa gibi illerdeki yaklaşımlar için açıklayıcı olmaktadır. Son olarak, siyasi parti tercihi ile yaklaşımlar arasındaki ilişkinin de katılımcıların ekonomik kriz beklentisine bağlı olduğu görülmüştür.
What factors influence Turkish society’s attitudes toward Syrian asylum seekers? The present study focuses on this previously underexamined question. Using data from a KONDA Research and Consultancy survey on attitudes toward Syrians and other administrative data, this study directly tests the intergroup contact and group threat theories in this context for the first time. The results reveal that in relation to the size of the Syrian population, in provinces closer to the Syrian border, negative attitudes are above the national average. Furthermore, in line with the premises of intergroup contact theory, everyday exposure to Syrians alleviates negative attitudes as long as the proportion of the Syrian population in the province is small. Contact increases negative attitudes, however, if the relative population of Syrians in the province is above 10 percent. However, group threat theory is only explanatory in provinces such as Hatay and Şanlıurfa, where both the relative population of Syrians and the unemployment rate are high. Finally, the role of political party preferences is conditional on whether a participant anticipates an economic crisis.
Çok boyutlu suç olgusunun tek bir parametre üzerinden modellenemeyeceği aşikârdır çünkü suç toplumsal, kültürel ve ekonomik etkenlerin göz ardı edilemeyeceği sosyal bir olgudur. Tutarlı sonuçlar ürettiği savunulan suç ve yaş ilişkisi önemli bir iddiayı ortaya koymaktadır. Alan yazınındaki diğer çalışmalar haricinde Hirschi ve Gottfredson (1983) suçlu davranış ve yaş ilişkisini sağa çarpık bir dağılım üzerinden modellemiş, her yerde ve her zaman benzer sonuçlar ürettiğini ifade etmiştir. Bu yaklaşıma göre; suçlu davranışın yetişkinlik döneminde azalmadığı, ilerleyen yaşla birlikte yaşam süresi içinde azalma gösterdiği iddia edilerek yaşam seyri mercek altına alınmıştır. Derecelendirilmiş yaş aralıklarının artış göstermesi durumunda, yetişkinlik döneminden sonra işlenen suçların azaldığını ifade eden bu önermenin Türkiye özelinde geçerliliği tespit edilmemiştir. Bu çalışmanın amacı; yaş ve suç ilişkisinin belirleyiciliğinde derecelendirilmiş yaş aralıklarının önem durumlarını suç türleri açısından ikincil veriler üzerinden sınamak ve Türkiye özelinde karşılaştırılmalı bir analiz yapabilmektir. Bu çerçevede kişiye karşı suçlar arasında dört farklı suç grubu üzerinden suçun gelişimini simgeleyen yaş aralıklarının grup içi benzerliği ve uyum düzeyleri araştırılmıştır. Uyum analizinin uygulandığı çalışmada gençlik suçluluğu olarak nitelendirdiğimiz erken dönem yetişkin suçlarının malvarlığına karşı işlenen suçlar ile uyum gösterdiği tespit edilirken; yetişkin suçlarının gençlik suçlarından farklı olarak hayata, hürriyete ve şerefe karşı işlenen suçlar ile uyum gösterdiği görülmüştür. Beklenildiği gibi yaş değişkeni suçlu davranışın açıklanmasında önemli bir parametre olarak öne çıkarken, elde edilen sonuç Hirschi ve Gottfredson’un (1983) önerdiği modelle benzer bir görünüm sergilemiştir.
It is obvious that the multidimensional phenomenon of crime cannot be modeled based on a single parameter because crime is a complex issue in which social, cultural, and economic factors cannot be ignored. The relationship between crime and age, which is claimed to produce consistent results, requires evaluation. For example, in 1983, Hirschi and Gottfredson modeled the relationship between delinquent behavior and age with a right-skewed distribution and stated that they obtained similar results everywhere and at all time points. According to those findings, it was claimed that criminal behavior does not decrease in adulthood but rather decreases with life span with advancing age when the entire course of life is scrutinized. The validity of this proposition, which holds that crime will decrease after adulthood if the considered age ranges increase, has not yet been determined for Turkey. The aim of this study is to test the importance of the age-graded approach in determining the relationship between age and crime in terms of crime types using secondary data. In addition, it aims to conduct a comparative analysis regarding this claim specific to Turkey. In this framework, a study was carried out on four different crime groups among crimes against the person and the in-group similarity and compliance levels of the age ranges symbolizing the development of crime were investigated. Correspondence analysis was applied and it was determined that early adult crimes, which we define as juvenile delinquency, are compatible with crimes against property. Adult crimes, on the other hand, are found to be compatible with crimes against life, freedom, and honor. As expected, while the age variable stood out as an important parameter in understanding criminal behavior, the results were similar to those suggested by Hirschi and Gottfredson’s model.
Husserl’in temellerini attığı yeni “kesin bilim”, fenomenoloji, dünyadaki “şey”leri teorilere değil, insanların yaşadıkları deneyimlerin üzerinde yönelimsellik içerisinde düşünmelerine başvurarak betimlemeyi öngörmektedir. Öznelliğe dönüş olarak kabul edilen bu yaklaşım, yorumlayıcı sosyal bilimler araştırmalarında yaygın şekilde yer bulmaktadır. Ancak, son derece meşru “ne” sorusuna cevap veren fenomenoloji, sosyal bilimlere uyarlanırken bazı kısıt ve çelişkiler içerir: yöntemini oluşturan “ayraca almak” imkansızdır, derin anlamlara erişemez, toplumsal etkileşime önem vermez ve yorumlayıcı yaklaşımlarla kullanılırken pozitivizmin etkisine açıktır. Peki bu sorunlar sosyal araştırmalarda doyurucu bir betimleme yapılamayacağı anlamına mı gelir? Özellikle Heidegger ve Gadamer tüm bunları aşmak adına hermenötik felsefesini geliştirmişler, eğitim bilimci van Manen ise bu felsefenin sosyal bilimler araştırmalarında kullanılmasını sağlayacak bir yöntembilim ortaya koymuştur. Bu araştırmanın amacı bu felsefelerin sosyal bilimlere yansımalarındaki sorunları öne çıkartıp yeni bir “yol” önermektir. Araştırma, Husserlci betimlemenin sosyal bilimlerdeki kullanımında ortaya çıkan kısıt ve çelişkilerini inceledikten sonra, hermenötik felsefesine ve ondan yola çıkarak “ne” sorusuyla birlikte “nasıl” sorusuna da cevap vermek üzere geliştirilen hermenötik fenomenoloji yöntembilimine eğilmektedir. Yöntemi kabul etmeyen bu yöntembilimle kullanılmak üzere geliştirilen “orman yolu” kavramı da anlatılmaktadır.
Founded by Husserl, the new “rigorous science” of phenomenology aims to describe “things” by intentionally reflecting on the experience of the phenomenon in the consciousness. This approach, which was accepted as a return to subjectivity, is widely used in the interpretive social sciences. However, this phenomenology has its own limitations and contradictions when applied in social sciences: the “bracketing” method is impossible to apply, it cannot capture the deeper meanings, it does not focus on social interaction, and it is also suitable for positivist approaches to be applied in interpretive studies. Do these problems mean competent descriptive social research is impossible? First Heidegger and then Gadamer developed hermeneutical philosophies to overcome these issues of phenomenology and van Manen presented a methodology to allow the use of hermeneutic phenomenology to be used in the social sciences. The goal of the present study is to emphasize the problems of phenomenology while adapting it to social sciences. This work, after analyzing the problems of Husserlian description in the social sciences, will cover the basics of hermeneutical phenomenology and the methodology developed by van Manen to be able to reply to the question of “how” together with “what” and the Heideggerian “woodpath.”